Yazarlar

3 Soru 3 Cevap - Şekib Avdagiç

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç’i konuk ettiğimiz “3 Soru 3 Cevap” bölümümüzde; İTO’nun AB ile ilişkilerinden Avrupa Yeşil Mutabakatı’na, mesleki eğitimdeki sorunlardan söz konusu sorunlara ilişkin iş dünyasının nasıl bir strateji belirlemesi gerektiğine kadar merak edilen sorulara cevap aradık.

6dk okuma
Türkiye'de İş Dünyası17.11.2021
3 Soru 3 Cevap - Şekib Avdagiç

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç’i konuk ettiğimiz “3 Soru 3 Cevap” bölümümüzde; İTO’nun AB ile ilişkilerinden Avrupa Yeşil Mutabakatı’na, mesleki eğitimdeki sorunlardan söz konusu sorunlara ilişkin iş dünyasının nasıl bir strateji belirlemesi gerektiğine kadar merak edilen sorulara cevap aradık.

630 binden fazla üye işletme ile İstanbul’un en büyük iş örgütü olan İstanbul Ticaret Odası, Türkiye ve Avrupa Birliği ile ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyor?

15'inci yüzyılda Türkiye’nin nasıl Avrupa’nın bir parçası olduğuna inanıyorsak, 21. yüzyılda da aynı inancımızı
koruyoruz. 15. yüzyılda nasıl Avrupa’nın ekonomik geleceğini Türkiye’nin ve hakim olduğu coğrafyanın belirlediğini
biliyorsak, bugün de Türkiye’siz Avrupa’nın dişleri sökülmüş bir dev olacağını biliyoruz.

Avrupa Birliği (AB) ile 1965’ten beri Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşmasının imzalanması, Katma
Protokol, tam üyelik başvurusu, Gümrük Birliği, AB adaylığımız ve katılım müzakereleri gibi çok uzun bir yoldan
geliyoruz.

AB ile eşit bir ortak olma arzumuz; birlikte ortak bir ekonomik gelecek, güvenli bir yarın oluşturma çabamız
bâkidir, geçerlidir. Tüm bunların yanı sıra biz, iş dünyamız için AB ile ekonomik iş birliği içinde olmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.

AB 15,2 trilyon dolarlık GSYH ile kişi başına düşen yaklaşık 35 bin dolarlık geliriyle ve 448 milyonluk tüketici kapasitesiyle en büyük pazarımız. Salgın yılı 2020’de AB, 2 trilyon dolarlık ithalat yaptı. Aynı yıl Türkiye’nin AB’ye yaptığı ihracat ise 69 milyar dolar oldu. Türk iş dünyası ihracatını ve üretimini artırmak istiyorsa, pandeminin sağladığı avantajları gözeterek, bu rakamı daha yukarıya çekmelidir.

AB ile tam üyelik müzakeresinde bulunan Türkiye’nin iş dünyası olarak bizim önümüzde önemli konulardan biri, AB ile en önemli gündem maddemiz olan Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesi. Bu, artık iş dünyamız için bir “gelecek/beka meselesine” dönüştü. Her şeyin hızla demode olduğu bir çağda, 1996 model bir anlaşmayla 2020’li yıllara doğru yol almamız mümkün değil.

Çünkü AB’nin Serbest Ticaret Anlaşması imzaladığı ülkelere karşı AB pazarında haksız rekabetle karşı karşıya
kalıyoruz. Ayrıca Türkiye, AB’nin STA imzalamadığı bir ülkeyle AB’nin rızası olmadan STA imzalamama yükümlülüğü
altında. Üstelik tam üye olmadığımız için karşı karşıya kaldığımız yüksek tarifeler ve tarife dışı engeller de bulunuyor.

Avrupa Birliği ile Türk ihracatçılar için çok sıcak bir başlık da şüphesiz ki Yeşil Mutabakat. Türk sanayicisi bu dönüşümü nasıl gerçekleştirecek?

Yeşil dönüşüm hiç kolay olmayacak elbette. Küçük revizyonlarla geçiştirilecek bir süreç değil. Çünkü AB’nin yeşil dönüşümü, bir badanadan çok daha fazlasını, önemli bir tadilatı içeriyor. Şöyle ki; AB’nin ithal ettiği her ürün için bir karbon emisyon sınır değeri koyacak ve çevre dostu üretim yapılmazsa, AB ülkelerine ihracatın yapılamayacağını ya da vergi ödeyecek. Karbon vergisi’ adı verilen bu verginin ilk uygulamaları 1 Ocak 2023’te başlayacak. 2026
yılından itibaren ise tam olarak yürürlüğe girecek.

90 bin ihracatçı firma, ajandalarının ilk maddesine acilen yeşil mutabakatı eklemeli. Size şu kadarını söyleyeyim: Sanayicimiz yeşil dönüşüm için harcamaktan kaçındığı her Euro’yu, AB’ye vergi olarak verip, ‘Buyurun biz harcamıyoruz, siz harcayın’ demiş olacak. Yeşil dönüşümü görmezden gelmenin bedeli, AB’ye mevcut ihracatımız dikkate alınırsa, ton başına 60 Euro’dan sadece bir yılda 2 milyar Euro’yu aşabilir.

Şurası bir gerçek ki, iş dünyamızın bugün kaçındığı yeşil dönüşüm bedeli yarın ya sipariş kaybı ya da karbon
vergisi olarak yine bizim cebimizden çıkacak. Sadece 90 bin ihracatçı firmamızın cebinden de değil, vergi ve istihdam kaybı olarak tüm ekonomimizin cebinden çıkacak bir kayıp. Biz istiyoruz ki bu tutarları AB’ye vergi olarak ödemek yerine yatırım yapalım, vergimizi, istihdamımızı, üretimimizi artırıp, bu fonu ülkemiz için kullanalım.

Böylece hem ödeyeceğimiz ‘sınırda karbon vergisi’ düşer hem de AB firmalarının Türkiye’yi daha çok tercih etmesini sağlayıp, rekabet avantajı elde edebiliriz.

Mesleki eğitimde sorunları nasıl aşacağız?

Hepimiz uzun zamandır ara eleman sıkıntısından bahsediyoruz. Biz hatta ara eleman” değil, “ana eleman” tabirini de kullanıyoruz çünkü sanayi için o derece önemli bir çalışan grubu. Bu sıkıntının temelinde biraz da ücretlendirme, maaş meselesi yatıyor. Türk iş dünyası nitelikli ara elemana ödediği ücretleri bu dönemde gözden geçirmek, tekrar değerlendirmek durumunda.

Diğer yandan büyük resme baktığımız zaman meslek liseleri ile meslek yüksekokullarının kapasitelerinin gözden
geçirilmesi ve yeni teknolojilere uygun elemanlar yetiştirilmesi gereği üzerine daha çok düşünmeliyiz. Piyasa beklentileri ile eğitim sisteminin çıktılarını eşleştirecek bir yapıyı hızlı ve etkin bir şekilde hayata geçirmemiz gerekiyor.

Ayrıca üniversite mezunu ama iş bulamayan, kendisine, ailesine ve iş dünyasına katkı sağlamak için alternatif yön arayanlar mutlaka vardır.

Bu gençlere ulaşarak çok hızlı, birtakım ikincil kurslarla onları mesleğe ve iş hayatına kazandırabiliriz. Üniversite mezunu altı ay kursa gidip CNC operatörü, ERP yetkilisi olabilir. Sanayinin ihtiyaç duyduğu tüm konularda lojistikten bakım işlerine kadar birçok alanda açık pozisyonlar bulunuyor. Böylece hem gençlerimizin işsiz kalmasını önlemiş, reel piyasa gereksinim ve gerçekleriyle örtüşen bir çözüm üretmiş oluruz hem de iş dünyasının ihtiyaç duyduğu iş gücünü karşılamış
oluruz.

Bu kadar üniversite okudum, 6 ay da ilave eğitim aldım, sonra mavi yakalı olacağım’ diye de bir düşünce var. Bizim bu düşüncenin olumsuzluklarını ortadan kaldıracak, piyasada geçerli meslek sahibi olmanın önemini vurgulayan tanıtımlara ağırlık vermemiz lazım. Burada temel olan, insani şartlarda ve ücretlerde çalışma imkanının sağlanmasıdır. Gençlerimiz kendi gelecekleri için, ülkemizin geleceği için yeni bir dünya kurmanın kendi tercihleriyle mümkün olduğunu göreceklerdir.

Söyleşi
Yorum Yaz